19 Kasım 2015 Perşembe

Karmen

Hep pusluydu hava, yağmaktan bıkmamıştı bir türlü... Güneş suratını asmış, sanki sonsuza kadar bir bulutun ardına saklanmıştı. Ne kadar küskün bu hava böyle, arada bir görsek bari kızılımsı ışığı, diyordu Gizem. Sırtlandı koca çantayı, bir elinde şemsiye, düştü yola. Arkadaşı Rüya'nın evi bir sokak ötedeydi, birlikte gideceklerdi, büyük bir sınav vardı bugün. Bir saat içinde kampüste olmalılardı. Rüya hızlı şoför, yetişirlerdi nasıl olsa. Koşar adımlarla Rüya'nın evine vardığında sırılsıklamdı, büyük mavi şemsiyeye rağmen.  


Zile bastı, telaşla bekledi kapının açılmasını, zira hemen içeri dalacak, sırılsıklam olan pantolonunu Rüya'nınkilerden biriyle değiştirecekti. "Of, hadi ya, nerdesin be, aç şu kapıyı!.." Tekrar bastı, bir daha bir daha... Neden sonra aklına geldi, telefon edip bir güzel fırçalamak. "Hay Allah, banyodan çıkamadı yine bizim kız." diye homurdanırken bir yandan da telefonu bulmaya çalışıyordu çantasında. Buldu nihayet, evden çıkarken telaşla ön göze attığını hatırlayarak. "Telefonu da duymuyor, Allah Allah, nerde bu kız?, Rüya!..". Bir yandan sesleniyor, bir yandan zile basıyordu. Tık yok...

Kapıyı yumrukladı, tekmeledi, zile bastı nafile. Rüya yok. Belki de onu beklemeden gitmişti, yeniden aradı, açan yok. Endişelenmeye başlamıştı ama vakit de daralıyordu. "Belli ki beklemeden çıkmış." diye söylenerek taksi bulma umuduyla yola koştu. Yağmur gücünü yitirmiş, gizli bir gözyaşı gibi için için düşüyordu toprağa.

Kampüse vardığında on dakika gecikmişti, taksilerin yavaşlamadan yanından geçip gitmelerine sinerlenemedi bile, arkadaşını düşünüyor, ona kızıyor, bir yandan da kan ter içinde sınav salonuna koşuyordu. 

Son şansıydı Gizem'in, yetenek sınavında başarısız olursa annesinin yüzüne nasıl bakacaktı? Hangi yüzle gidecekti ki  ziyaretine? Yapabilirim, başarabilirim... Biri davul mu çalıyor, bu ses da ne? Bayılacak ve her şeyi berbat edecekti yine, bu titreyen dizlerle nasıl dans edeceğim şimdi, diye söylenirken sınav salonunun kapısı açıldı. Geçen yıldan tanıdığı  tarak özürlü kız, ağlamaklı çıktı dışarı. Derken adını duydu: Gizem Çetinkaya...

"Yapamayacağım galiba..". Bir an dönüp gitmeyi düşündü, vazgeçmeliydi, başaramayacaktı. Sonra annesi fısıldadı kulağına, kim bilir hangi boyutun kapılarını aralayarak... "Sana güveniyorum bebeğim, yapabilirsin!" Kalbi beyninde atıyor, kulakları uğulduyordu, işte yine başlıyor. Bayılıp her şeyi mahvedeceğim yine. Ağır adımlarla içeri girdi, "Anneciğim elimden geleni yapacağım, merak etme!.."

Hoş bir mavi ışık, uzun bir masa, arkasında hocalar... Asistanlardan biri elindeki kağıdı Gizem'e uzattı: Karmen. En sevdiği müzikalin dansı, sevindi birden, "şanslı günümdeyim, bunu başarabilirim." Partneri de hazırlanmış onu bekliyordu, yabancı hocalardan biriydi ve bu dansı onunla yapacağı için  ayrıca sevinmişti Gizem. Bir çığlık koptu içinden, tabi duyan olmadı, sadece annesi sonsuz uzaklıktan onu duymuştu. "Haydi bebeğim, kardelenim sen bunu başarabilirsin!" İspanyol hoca işaret verdi ve...

Bir trans halidir dans, müziğin ritmine ve hikayeye gömülen ruh bedenle bütünleşir. Etraf boştur artık, sadece müzik ve dans vardır, bir de ışık... Gizem için de trans başlamıştı. Hiçbir şey düşünmeden sadece sesi dinledi ve dans etti mavi ışığın şehvetiyle.

Küçük bir hatayla dansı bittiğinde müzik de susmuştu, kendine gelmesi biraz zaman aldı. Bu kez bayılmadan bitirdim galiba, dedi kısık bir sesle. Dizleri titreyerek dışarı çıktı, güneş serpilmiş gibiydi yüreğine. Birden hatırladı, gözleriyle Rüya'yı aradı, sırasını bekleyen öğrencilerin içinde. Göremedi, yaşadığı heyecana yeniden teslim olup dansını düşünmeye başladı ve unuttu Rüya'yı.

Kafede oturup bir şeyler içmeliydi, boğazı kurumuştu, sonra vazgeçti, dışarı fırladı, ahmak ıslatan devam ediyordu. Bir sigara yaktı, sakinleşmişti artık. Metroya binip eve giderim diye düşünürken sokağın karşısında onu gördü. Dondu her şey, içinde bir bulantı hissetti, korkunun kokusu geldi burnuna. Sarstı geçti tüm bedenini. Öylece bakakalmıştı, kıpırdamaya mecali yoktu, kirpikleri titredi sadece. Bir damla yaş küt diye düştü yere. Hiddetli yağmurdan daha çok ıslatmıştı yüzünü o tek damla, Gizem'in hayatı kanıyordu, gözleri bez bebek gibi donuk ama yüreği ağlıyordu. Bir silah sesi geldi kulağına. Oysaki o tenini delip geçen acıyı hissetmedi. "Nasıl buldu beni, nasıl geldi buraya, hapiste olmalıydı". Tek düşünebildiği buydu: "Hapiste olmalıydı..."

Annesini vuran silah mıydı o elindeki, o da bu sesi duymuş muydu? Hiç acı hissetmiş miydi?, Elini götürdü karnına öylesine, yapış yapıştı üstü başı. Kana benziyor, bu da ne? Yoksa?... 

Sekiz yıl önce annesinin şakağını delen o soğuk namlu onu da hayallerinin döşeğinden vurmuştu. Anneciğini değil sadece, onu da vurmuştu o silah hem de tam hayallerinden, geleceğinden, umutlarından vurmuştu. Koklamaya kıyamadığı yavrusunun yüreğinde de  koca bir delik açmıştı, şaşkın gözlerle, baba diye çığlıksız bakarken karşısındaki adama. Sadece annesini değil Gizem'in de tüm dünyasını vurmuştu. 

Karnında bir sıcak acı var şimdi, yer buz gibi, ıslak, yağmur kokuyor... Ağzında ölüm tadı, başında dikilen hayal meyal görebildiği bir adam. Gölge gibi, silik, ruhsuz, boş bakıyor gözleri. "Elinde ne var baba? Yoksa?... Beni de mi vurdun baba, sekiz yıl sonra ikinci ölümümü görmeye mi geldin? Nerden çıktın sen, hapiste olmalıydın? " Silikleşti gölgeler, sesler uğultulu karmaşa içinde, "birileri bir şey mi dedi, neden karanlık bu kadar? Baba!.. Üşüyorum, annemi çağır baba, çok üşüyorum."

...
Üç gün sonra Rüya'yı buldular, evdeki dolabın içinde. Gizem'in babasını bahçede gördüğünde camdan yağmuru seyrediyor, bir yandan da telaşla saate bakıyordu. "Geç kalmasa bari, dedi içinden,hemen çıkmalıyız. En iyi ihtimalle de ucu ucuna yetişeceğiz. Hadi Gizem, acele et!" diye söyleniyordu. O anda gördü tepesi  ay gibi parlayan, kır saçlı, göbekli adamı. Kısa bacaklarıyla öfkeli adımlar atıyordu eve doğru. Anladı Rüya, Gizem'e geliyordu, yerini öğrenmek için geliyordu. onu da öldürmeye geliyordu. Anladı, telefona sarıldı hemen, uyarmalıydı, gelme demeliydi, o burda demeliydi. Meşgul sesinden başka bir şey duymadı Rüya. Belki bir daha arayacak zamanı olsa...

Geldi... Zil canavar gibi korkunç sesler çıkarıyor, durmadan çalıyordu. "Saklanmalıyım". Telaşla telefonu elinden düşürdü eğilip alamadan zilin sesiyle irkildi tekrar. "Saklanacak yer yok, dolap, dolaba girmeliyim..." Zil bangır bangır, yerdeki telefon da ısrarla çalıyor şimdi. "Gizem olmalı. Burada kaldığını sanıyor, bulamayınca kampüse gidecek. Aman Tanrım, Gizem!.."

Zil sustu, korkudan kıpırdayamadı Rüya, kapalı kaldığı dolapta nefessiz de kalmıştı, çaresiz de. Çıkmaya çalıştı, şoktaydı, kıpırdayamıyordu bir türlü. Gizem'in annesi vurulduğunda yanındaydı Rüya, şimdi de Gizem... Ama onun yanında olamayacaktı, burda kapalı kaldı, çıkmalıydı, çıkamadı. Rüya o dolaptan hiç çıkamadı, sesleri duymuyordu artık. Kendinde olsa, olabilse... Duyacaktı Gizem'in geldiğini, kaç diyecekti belki, o geldi, seni arıyor diyecekti. Olmadı, duymuyordu, görmüyordu, orada sıkışmış öylece boşluğa bakıyordu. Çıkamadı dolaptan, üç gün sonra buldular...

Yağmur durdu, hayat durdu, her şey sustu şimdi. Bir baba, bir ana, bir evlat ve Rüya...  Gizem ve Rüya... Geleceğin dansçılarıydı onlar, seveceklerdi, belki sevileceklerdi, anne olacaklardı, daha yaşayacakları ne çok şey vardı. Olmadı, olduramadılar. Bir bulutun kollarında asılı kaldı Gizem ve Rüya...  Dansçı olmak isterken toprak oldular, hayallerini kefen yaptı bir baba. Namus uğruna (!) ... Dansçı olmak namussuz olmaktı küçük beyninde, işte öylesine bir baba...






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz alınmıştır.Teşekkürler...

Arşiv

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *