17 Kasım 2015 Salı

Bunu Sen Yaptın


Yine çekmiyor, sinyal yok, diye söylendi boş duvarlara bakarak. Hiç çerçeve yoktu, çivi izleri çirkin birer leke gibi duruyordu. Sinirlendi yine, niye olduğunu bilemeden. Çerçevelerin inmesi yetmez, bütün eşyalar gitmeli gözümün önünden, her şey yok olmalı, hiç var olmamış gibi...

Kalktı, bir kez daha uzandı telefona, sinyal yok; televizyon da çalışmıyor telefon da. Yağmurdan mı acaba?..


Günlerdir ihtişamla yağıyordu mübarek, rahmet olmaktan çıkıp toprağı boğmaya başlamıştı artık. Elektrik bir gidip bir geliyordu, iyice arttı öfkesi. İkinci el satışından vazgeçmeliydi, eşyalar için en kolayı kapının önüne konmaktı belki de. Hem böylece, çılgınca yağan yağmur, temizlerdi, yalanın kokusu sinmiş koltukları, yatağı... Bu lanet, benden sonra kullanana bulaşmaz bari, diye düşündü. Bu kadar yalanı beyni nasıl üretmişti, düşündü ama bulamadı. Kararsızdı, bu havada nasıl çıkaracaktı dışarı onca eşyayı. Oturdu umutsuzca, bir sigara yaktı. 

Can çaresiz miydi, utanıyor muydu yoksa korku muydu içine dolan, hiç bilemedi. Nasıl içti tüketti dumanları, başka bir alemde gibi, nerede olduğunu düşünmeden oturdu saatlerce, sessiz ama çığlık çığlığa... Duyulmasa da bazen çığlıklar, vardır aslında, yıkmaya, yok etmeye hazır, bangır bangır... Öfkeyle kamaştı içi, dişlerini sıktı, gıcır gıcır... Beyni bir oyuna hazırlanıyor gibiydi, karman çormandı içi.

Çok şey kaybettim, geride ne kaldı? Aile, iş, dostlar... Hepsi gitti bir hamlede. Kimsem yok şimdi.

Yitirmenin ne olduğunu biliyordu Can, bilmediğiyse bu sonu hazırlayanın kendisi olduğu. Öylece duvara bakıp ağladı. Bir an Tanrı üfledi kulağına, irkildi. Sonra bir ses, nereden geldiğini anlamadığı. Ağlama, bunu sen yaptın! Çıldırıyor muydu, o ses de neydi? Yağmurun uğultusu karıştı boşluğa, sesler birbirine girdi. İçinden biri, o ikinci adam, yani içerideki Can, bağırıyordu, bunu sen yaptın!..

Gece yıldızlara karıştı, bir yıldız kaydı sessiz, yağmur mu durdu ansızın, uyanık mıyım ben, bu bir rüya mı? Nereden çıktı bu kadar yıldız, bu parlak ışıklar, yoksa dedikleri gibi ölmek uyumak mı sadece? Öldüm mü yoksa, içimdeki kini öldüremeden? Uykuda mıyım, Tanrım ses ver!

Can, Can, uyan! Bu soğukta neden bahçede yatıyorsun, uyan Can!..

Salondaki kanepeden ne zaman kalktığını düşündü, hangi ara çıkmıştı bahçeye, bilemedi. Sırılsıklamdı üstü başı, bütün geceyi burada mı geçirmişti? Eşyaları kim çıkardı bahçeye, diye düşündü, sinmiş kokular gitti mi diye eğilip kokladı. Hayır, hala ihanet kokuyordu minderler, neden yakmayı düşünememişti. Evi ve her şeyi ve içindeki, suç sende, diyeni, hepsini...

Etrafına bakındı, kimsecikler yok. Biri seslenmişti ya az önce, uyan diye, nereye kayboldu? Bu siren sesi de ne, bu kızıllık, sıcacık bir nefes üfleniyor bir yerlerden. Giderek ısınıyor ortalık, kızıllık artıyor, ses yaklaşıyor acı bir siren sesi. Ambulans mı çağırdı biri, yok yok bu itfaiyenin sesi. Yangın var galiba, of, niye bu kadar sıcak bu bahçe? 

Evimi boyamış biri, diye düşündü, sarhoş gibiydi, yarı çılgınlık hali. Çizgiden geçmeye bir adım kala düşündü Can. Zorladı beynini, eşyaları dışarı kan ter içinde, öfkeyle yağan yağmura teslim ettiğini hatırladı önce. Bunu yarım saatlik bir düşünmenin ardından hayal meyal getirdi gözlerinin önüne. Sonra eve dönüp, kitapları dizdi üst üste, fotoğrafları, okunmayı bekleyen yazılı kağıtlarını... Çakmak aradı uzun uzun, bulamadıkça öfkelendi, eski bir kibrit kutusu eline geldi sonra, mutfak dolabının derinliklerinden. Bir fotoğrafı seçip aldı eline. 

Belli ki bir kış günü, akşam vakti. İki insan, sıradan, herkes gibi. Kabanlar, botlar, çapraz koca bir çanta... Etraf ışıl ışıl. Kadın iki koluyla sarmış adamı, sımsıkı. Adam dimdik duruyor biraz da kasılmış, gülümsüyor. Mutlu görünüyorlar, günlük yaşamın rutininde iki insan gülümsüyor.

Çakmağı kalın kağıda iyice yaklaştırdı Can, kıyamadı önce, baktı uzun uzun. İçindeki öbür adam bağırdı yine, bunu sen yaptın, ağlama. Bunu sen yıktın... Alev bir köşeden başladı sardı tüm fotoğrafı, sonra kağıtlar, kitaplar, dergiler, derken her şey... Sabahı alevlerin hışmı karşıladı. Bağırıyordu adam, bunu sen yaptın... İtfaiyenin sesi ambulansın çığlığına karıştı. Çılgınca, bahçede koşup duran, sen yaptın, diye bağırıp ağlayan adamı alıp gittiler. Üzerine bulaşan küllerle...

Çocukluğundan bir anı canlandı, her sabah karşılaştığı telsizli deli, yoksa çok mu kınamıştı? Bağırarak, küfürler savura savura dolanırdı sokak aralarında. Ağladı Can, o akıl yoksunu için ağladı. Sonra kendine geldi, acı acı bağırıyordu bir araba. Birini hastaneye götürüyorlar galiba dedi, cevap veren olmadı. Kıpırdamak istedi ama biri onu yatağa mı bağlamıştı ne, kıpırdayamadı. Sonra Tanrı kulağına fısıldadı: Sakın ağlama, bunu sen yaptın!.. 

Herkes kendisinin tanrısıdır nasılsa, bu cezayı sen kendine kestin! 

2 yorum:

  1. Ne diyeyim ben hayatın karmaşasında delilere bazen gıpta ile bakıyorum. Bence savaşlara, kavgalara filan bakınca ve bunları sözde akıllı insanların çıkardığı düşünülürse deli olmak bana daha doğru geliyor.

    YanıtlaSil

Yorumunuz alınmıştır.Teşekkürler...

Arşiv

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *