Han Duvarları- Faruk Nafiz Çamlıbel
Bir yolculuk hikayesidir Han Duvarları. İstanbullu şairin
Anadolu’ya bakışı, Anadolu coğrafyası, hanlarda rastlanan insanlar, oda
duvarlarına yazılmış dizeler, halk ozanı Maraşlı Şeyhoğlu… Üç gün süren yolculuk, her anıyla şiirde hayat bulmuştur. Gözleme dayalı betimlemelerden oluşan şiirin
omurgasını da şairin izlenimleri oluşturur.
“Gidiyorum, gurbeti gönlümde duya duya”
Han Duvarları gerçekçi betimlemelere olduğu kadar lirizme de
dayanır. Bu upuzun şiirde hem şairin hem de Maraşlı Şeyhoğlu’nun duyguları
vardır. Şairin dizeleri Maraşlı’ya çerçeve oluşturmaktadır adeta. Ortak tema,
gurbette olma duygusudur.
Milli Edebiyat dönemine kadar, şair ve yazarlar Anadolu’dan
kopuk yaşadılar. İstanbul ve çevresiyle sınırlı kaldı memleket. Milli Edebiyat
döneminde yavaş yavaş Anadolu’yu anlamaya ve anlatmaya başladılar. Başlangıçta
sadece öğrendikleri, duydukları kadar anlatabildiler ama zamanla gidip görme,
anlayarak anlatma geleneği başladı. İstanbul aydını Anadolu’yu küçümsemişti
uzun süre, hatta yüzyıllarca...
İstanbul, doğasıyla, tarihiyle, edebiyatı ve yaşam
tarzıyla her zaman sanatın merkezi olmuştur, fetihten Cumhuriyet’e kadar.
Anadolu taşradır aydınlar için, İstanbul aydını içe kapalı yaşayıp taşraya hüzünlü ve
dramatik anlamlar yüklemiştir. Divan şairleri başta olmak üzere, Tanzimat, Serveti
Fünun, Fecri Ati gibi topluluklar hep İstanbul’da yetişen sanatçılardan oluşmuş, yerel edebiyat halk ozanlarına kalmıştır. Bu da Türk edebiyatçılarının büyük çoğunluğunun Anadolu halkı, yaşamı, duyuş ve düşünüşü hakkında
bilgi edinmelerine engel olmuştur. Yerel
kültür, Halk Edebiyatı geleneğinde ancak hayat bulabilmiştir. Türk edebiyatçıları,
Kurtuluş Savaşı yıllarında ve Ankara’nın devlet merkezi olmasından sonra
tanımaya başladılar Anadolu'yu ve insanını. İşte Faruk Nafiz de İstanbullu bir sanatçı olarak Anadolu’yu
gurbet diyarı diye niteler, ilk çıktığı gurbet yolunu anbean anlatır.
“İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!”
Hayatında ilk defa İstanbul dışına çıkmaktadır, gurbet acısı
yaşar. Aslında at arabasıyla yapılan bu Anadolu yolculuğu topu topu üç gündür;
ama yolculuk sonunda asıl gurbet başlayacaktır şair için. Konakladığı ilk hanın
duvarında karşısına bir dörtlük çıkar ve çok etkilenir şair.
“Bu dört mısra değildi, sanki dört damla kandı.”
İkinci ve üçüncü gün yeni dörtlükler görür duvarlarda ve
şiirinin sonunda bu dizelerin sahibinin bir handa öldüğünü öğrenip hüzünlenir.
Bu dörtlükler Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ın bir koşmasındandır. Tema gurbet
duygusudur.
On yıl var ayrıyım kına dağından
Baba ocağından, yar kucağından
Bir çiçek dermeden sevgi bağından
Huduttan hududa atılmışım ben
Gurbet, Türk edebiyatında sıkça işlenen bir konudur, özellikle
de halk şiirinde … Faruk Nafiz Çamlıbel de kendi döneminde hakim olan memleket
edebiyatının etkisindedir ama ideolojik değil, estetik açıdan işler memleketi
ve gurbeti. İşte Han Duvarları şiirini canlı kılan da budur: duyu ve duygu…
Şair, bu şiirini 1923’te Kayseri’ye öğretmen olarak giderken yolda edindiği
izlenimlerden ilham alarak yazmıştır. Yolda gördüğü her şeyi kaydeder,
sabah erken başlayan yolculuk, akşam konaklamayla biter ve üçüncü günün sonunda
yol da şiir de bitmiş olur. Mart ayında
yapılan bu yolculuk, manzaranın çıplaklığıyla betimlenir, hakim renk sarıdır. ‘Yüksek dağlar, nihayetsiz ova, bitmeyen yollar’la tablolaştırır gördüklerini. Bu
tablo şairde yalnızlık ve boşluk hissi uyandırır.
“Yol, hep yol, daima yol… Bitmiyor düzlük yine.”
Harekete dayalı betimlemeli ve lirik bir şiir Han Duvarları.
Ayrıca, İstanbullu şairle bir halk ozanının buluşması, kucaklaşması niteliğinde
bir eser... Basit ve düz yazıya yakın bir üslubu var Faruk Nafiz’e ait olan
dizelerin, diğeri ise bir halk ozanının lirizmine sahip. Şehirli bir şairle yanık sesli bir halk ozanının uyumu çıkıyor karşımıza. İki sosyal tabaka, iki
duyuş-düşünüş tarzı, iki farklı üslup ve iki farklı şiir şeklinin iç içe
geçmesi… Ortaya çıkan eserse Han Duvarları…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz alınmıştır.Teşekkürler...