Short Term (Kısa Dönem) 12
“Cehennem, acı çektiğimiz yer değildir;
acı çektiğimizi kimsenin duymadığı yerdir.."
(Hallac-ı Mansur)
Şiddet ve taciz gören çocukların barındığı bir grup evinde
geçiyor olaylar, çocuklar burada belli bir süre yaşıyor ve terapi görüyorlar.
Evin çalışanları, işlerine aşkla bağlı kişiler. Özellikle Grace ve Mason
çocuklarla çok yakından ve sabırla ilgileniyorlar. Grace, geçmişindeki
sorunlardan dolayı kendisini onlara adamış biri. 18 yaş altındakilerin kaldığı bu
evde genellikle aile şiddeti ve taciz gören çocuklar var, tıpkı Grace gibi... Oldukça bilindik bir konuyu sade ve
samimi dille anlatan bir film. Güzel diyalogların olduğu, yer yer hüzünlendiren, yer yer de gülümseten bir kurgusu var filmin. Bir de, geçici sığınma evinin insanı saran hoş bir havası...
Sıra dışı değil ama hep konuşmaktan kaçındığımız bir konu:
çocuk tacizi ve şiddet…Bir çocuk sığınma evi ve o evde bulunan herkesin hikayesi... Hani ‘damdan düşenin halinden en iyi damdan düşen anlar’
denir ya, işte Grace öyle bir karakter
ve çocukları çok iyi anlıyor. Kendi psikolojik sorunlarını çözmeye uğraşırken,
benzer şeyleri yaşayan çocuklar için fedakarca mücadele veriyor.
“Gözlerimin içine bak o zaman anlarsın. Normal bir hayat nasıl olur bilmeden nasıl yaşadığımı.” 18 yaşını doldurup evden ayrılmak zorunda olan siyahi bir gencin annesi için yazdığı şarkıda geçen bu sözler, bütün hayatının özeti gibi...
Amerika’nın en önemli bağımsız film festivallerinden birinde
Jüri Büyük Ödülü ve İzleyici Ödülü’nü almış olan bu yapımın asıl başarısı,
problemli çocukların psikolojik dünyalarını beylik laflar etmeden en doğal
haliyle sunması. Bittiğinde, biraz daha olsaydı, diyeceğiniz türden, yormadan izleten etkileyici bir film bu.
Karakter analizleri yapan Short Term 12’nin hikayesi,
izlerken hayran bırakıyor sizi . Evde
kalan çocuklardan Jayden’ın babasından gördüğü şiddeti ve tacizi betimlemek için yazdığı "ahtapot ile köpekbalığı" hikayesi, güçlü senaryonun en etkileyici kısmı bence:
“Bir varmış bir yokmuş.
Okyanus yüzeyinin millerce altında Nina adında genç bir
ahtapot yaşarmış. Nina, zamanının çoğunu taşlardan ve deniz kabuklarından garip
şeyler yaparak geçirirmiş. Çok mutluymuş ama çok yalnızmış. Sonra bir pazartesi
günü bir köpekbalığı gelmiş.
“Adın ne senin?” demiş köpekbalığı.
“Nina” diye yanıtlamış o da.
“Arkadaşım olmak
ister misin?” demiş köpekbalığı.
“Tamam, ne yapmam
gerekiyor?” demiş Nina.
“Kollarından birini yememe izin verir misin?”
Nina’nın daha önce hiç arkadaşı olmadığından, acaba bu,
arkadaş olmak için yapılması gerekenlerden mi diye düşünmüş. Sekiz koluna
bakmış ve bir tanesinden vazgeçmenin çok da kötü olmayacağına karar vermiş. Bir
kolunu yeni ve harika arkadaşına bağışlamış. O hafta Nina ile köpekbalığı her
gün birlikte oynamış, mağaralar keşfetmişler, kumdan kaleler yapmışlar, çok çok
hızlı yüzmüşler ve her gece köpekbalığı acıktığında Nina, yemesi için bir
kolunu daha vermiş.
Pazar günü, tüm gün oynadıktan sonra köpekbalığı Nina’ya çok
aç olduğunu söylemiş.
“Anlamıyorum. ” demiş Nina.
“Altı kolumu çoktan verdim, şimdi bir tane daha mı
istiyorsun?”
Köpekbalığı ona
arkadaşça bir tebessümle bakmış ve “bir tanesini istemiyorum” demiş. “Bu sefer
hepsini istiyorum. ”
“Ama neden?” diye sormuş Nina.
Köpekbalığı da, “Çünkü
arkadaşlar birbirleri için böyle yaparlar. ” diye yanıt vermiş.
Köpekbalığı yemeğini bitirdiğinde çok üzgün ve yalnız
hissetmiş. Birlikte mağaralar keşfedeceği, kumdan kaleler yapacağı, çok çok
hızlı yüzeceği birine sahip olmayı özlemiş. Nina’yı çok özlemiş, bu yüzden
başka bir arkadaş bulmak için çok hızlı yüzmüş.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz alınmıştır.Teşekkürler...