22 Ağustos 2015 Cumartesi

Yaban / Yakup Kadri Karaosmanoğlu

 

Yaban 

Birinci Dünya Savaşı’nda kolunu kaybetmiş bir subay ve onun emir eri aracılığıyla, Anadolu insanının yaşam mücadelesi, hayata bakışı, cehalet, sağlık ve para sorunları gibi pek çok konuyu Milli Mücadele ekseninde anlatan tezli bir roman: Yaban

Anadolu’nun ücra bir köşesinde, unutulmuş, kaderine terk edilmiş bir köyde geçer olaylar. Baş kahraman Ahmet Celal, savaş gazisi, karamsar aydın tipidir. İdealisttir ve köy gerçeğine uzak yaşamıştır yıllarca. Emir eri Mehmet Ali’nin köyüne gidince şaşkınlığa uğrar, memleketin savaştan ve şehir hayatından ibaret olmadığını görür, Türk aydınlarını suçlar. Bu hayata uyum sağlamakta ve köylüyle ilişkilerde zorlanır. Ahmet Celal, romanda köylü-aydın çatışmasının simgesidir.


Yedek subay Ahmet Celal’in emir eri Mehmet Ali, savaştan sonra köyüne döner ve Ahmet Celal’i de köyüne davet eder. Mehmet Ali, yetişme tarzına ve köy hayatına bağlıdır, kaderine razı olmuş, bu hayatı olağan kabul etmeye alışmış, sıradan bir Türk köylüsüdür. Askere alınma korkusu dışında, milli duygu ve olaylardan habersiz Türk köylüsünün yetiştirdiği bir tiptir aslında.

Porsuk nehri çevresindeki köyde bakımsızlık, hastalık ve cehalet sarmıştır her yanı. Dolayısıyla ahali, zengin olanın ya da dini kullananın kuklası haline gelmiştir. Korkunun kaynağı, para ya da maneviyat olmuştur. Salih Ağa ve Şeyh Yusuf da, köylü üzerindeki iki egemen gücün simgeleridir adeta. 

Romanda Türk köylü kadınını simgeleyenler ise Zeynep Kadın ve Emine’dir. Erkek egemen hayatın güdümünde yaşayan iki kadın... Zeynep kadın, ailenin erkeklerini savaşlara kurban vermiş, yoksulluk ve cehalete boyun eğen, tarlada, evde, her yerde çalışmayı görev edinmiş Türk anasını simgeler. Emine de, kadın olmayı edilgenlik sayan diğer kadın simgesidir romanda.

Köye yeni gelen kahramanımız, farklı giyimi ve konuşmasıyla, ahalinin gözünde ‘yaban’dır. Öyle bir cehalet ve yoksulluk vardır ki köyde, milli duygular bile gelişmemiş, eğitimsizlik yobazlığı baş tacı yapmıştır.

“ Ben yedek subay Ahmet Celal; Celal Paşa’nın oğlu Ahmet. Porsuk çayının kenarında, böyle bir tohum haline geldim. Bir kulaç, kara toprak içinde filizimi sürmek, dal ve budaklarımı aydınlığa uzatmak için… Ben, Celal Paşa’nın oğlu Ahmet, istanbul'un en muhteşem konaklarından birinde doğup, parıltılı hülya iklimlerine doğru kanat açıp uçtuktan sonra, kanatlarımın biri kırılmış olarak buraya düştüm. Otuz iki yaşında bir emekli asker, bütün geleceği geride kalmış bir sakat delikanlı, şimdi burada…”

Köylü ile aydın kentli arasındaki uçurumu anlatan Yaban romanı, o güne kadar İstanbul ve çevresinden öteyi pek bilmeyen aydınların gözündeki gerçekdışı köy görünümünü yıkmıştır. Doğa verimsiz, insanlar eğitim ve sağlık hizmetlerinden mahrum bırakılmış, çevre oldukça pis ve inançlar kördür; neşeden yoksun illetli bir yaşam vardır köyde. Gözleme dayalı gerçekçi bir anlatım vardır romanda ama bu gerçekçilik soyut düşüncelerle sınırlı kalmıştır. Bu nedenle, güçlü ve usta romancımızın ‘Yaban’ı, toplumcu gerçekçi bir anlayışın ürünü olmaktan uzaktır. Zira roman, köyü ve Anadolu gerçeğini tanıtmak için değil, aydın-köylü çatışmasını anlatmak için yazılmıştır. Amaç, Ahmet Celal kimliğinde Türk aydınını yargılamaktır biraz da.

Roman, Ahmet Celal’in anılarından oluşuyor ama aslında yazarın 1921’de çıktığı bir gezinin yansımalarıdır eser. Köylü gözünde yaban olduğu kadar, kendine yabancılığını da fark edip şaşırmış bir aydının anılarıdır yazarın kaleminden dökülen. Bu anılarla Türk aydınını sorgular Yakup Kadri. Anadolu halkını hiç tanımayan, ruhuna inemeyen, onu aydınlatamayan aydınları suçlar Ahmet Celal karakteri üzerinden: “ Sana ıstırap veren bu şey, senin kendi eserindir, senin kendi eserin."

Hem romancılığımızın gelişimini izlemek, hem Milli Edebiyat döneminin romanlarını tanımak hem de edebiyat tarihimiz açısından önemli eserler hakkında söz sahibi olmak için, Yaban okunması gereken bir roman bence. Bugünkü Türk romanını anlamak, biraz da ilk romanlarımızı tanımaktan geçiyor diyebiliriz. Tanzimat döneminde Batı'dan aldığımız bu türün teknik olarak gelişmesi oldukça uzun yıllar almıştır. Bu nedenle, Cumhuriyet sonrasında geliştiğini söylemek de yanlış olmaz sanırım. Günümüzde Türk romanı belli bir seviyeye gelmiş ve dünyada tanınır olmuşsa, bunda ilk romanlarımızın ve romancılarımızın payı büyüktür. Tanzimat'tan günümüze Türk romanı, adım adım ilerlemiş ve bugünkü şeklini almıştır. Gençlerimizin bu eserleri okuyup anlamasına yardımcı olmak da tabi bizim görevimizdir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz alınmıştır.Teşekkürler...

Arşiv

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *