21 Ağustos 2015 Cuma

Ustam ve Ben / Roman

Ustam ve Ben / Elif Şafak

Elif Şafak’ın pek çok romanını okudum ama bazılarının yeri ayrıdır benim için. Baba ve Piç’ten sonra Ustam ve Ben, bambaşka bir okuma hazzı yarattı bende. Diğerlerini de severek okudum: Bit Palas, Siyah Süt, Aşk, Firarperest ve İskender mesela... Ama bu ikisini hep ayrı tuttum diğerlerinden.

En Son Ustam ve Ben romanını okudum Elif Şafak'ın. 2013'ün son ayı yayımlandı eser. Belki Osmanlı tarihine duyduğum ilgiden, belki de fillere olan hayranlığımdan, ilk satırlardan itibaren  içim ısındı romana, bitirdikten sonra da iyi ki okumuşum dediğim nadide eserlerden biri olarak raftaki yerini aldı tabi.


Osmanlı, Kanuni dönemi. Mimar Sinan’ın çırağı bir fil bakıcısı ve tabi aşk… İç içe geçmiş birçok şey, okunur kılmış eseri. Romanda tarihi gerçeklik yanında hayal gücüyle de sarmalanıyorsunuz. Roman, tarihe farklı bir bakış ve bambaşka bir Sinan’la çıkıyor karşımıza. Mimar Sinan’ın ölümünden sonraki sayfalarda da tamamen hayal gücünün büyüsü sarıyor bizi.

Canlı bir anlatımı ve  güzel bir konusu var kitabın. Ayrıca, eserin omurgasını oluşturan Hintli bir çocukla bir filin muhteşem uyumu ayrı bir tat katıyor romana. Cihan’la Çota’nın macerası, roman boyunca, hem tarihe bakışı hem de kişisel çalkantıları seriyor önümüze.  

Hindistan'da doğan beyaz filin ve gemiye kaçak binen fil bakıcısı Cihan'ın İstanbul yolculuğuyla başlıyor macera ve 16. yüzyıl Osmanlısında yaşanan sanat, aşk, kavga, ölüm, entrika gibi akla gelebilecek her şey hayal gücünün tamamlayıcı etkisiyle kurgulanarak önümüze seriliyor.

Baş kahraman Cihan, Mimar Sinan’ın çırağıdır ve aynı zamanda bir fil bakıcısıdır. Çota, Hindistan’dan gelen beyaz bir fildir ve Cihan’ın hayatında da romanda da önemli bir yere sahiptir. Cihan’ın karşılıksız aşkı Mihrimah Sultan, iktidar ve güç kavgaları, tabi bir de sanat, eserin olgular zincirini oluşturmaktadır.

“Zindanda en kıt şey umuttu, en bol şey insan pisliği. Kovalar nadiren boşaltılıyordu. Cihan hiçbir zaman alışamasa da kokuya, ilk zamanlardaki kadar hassas değildi artık. Vaktiyle mimarlar çizimlerini toprağa, kille yaparmış. O da baktı ki, ne kağıt var ne tirşe; köşede biriken dışkıları kullanmaya başladı. Bir çomak vasıtasıyla çizebiliyordu.” O da öyle yaptı. Önce Mihrimah Sultan’a bir kervansaray tasarladı, sonra vazgeçip bir malikane çizdi, ardından bir hapishane, yoksullar için bir imaret, meczuplar ve mecnunlar için bir akıl hastahanesi… Zindanda geçen günlerinin çizimleridir bunlar, fil bakıcısı ve mimar kalfası Cihan’ın. Hayata bakışı yansımıştır bu çomakla yapılan mimari çizimlere.

Mihrimah’a sevdalı hayalperest Cihan, bu gizli aşkını karşılıksız yaşar ölene dek. O mimariye de sevdalıdır Mihrimah kadar, beyaz fili Çota'ya da sıkı bir bağlılık duymaktadır. Ustası Sinan'dan çok şey öğrenir mimariye ve hayata dair.

Sürprizlerle dolu bir İstanbul var romanda, ayrıca Sinan, Mihrimah, Çota ve Cihan… Roman boyunca hayal ve tarih sarıyor okuru, sayfalar içine alıyor ve akıcı bir dille okutuyor kendisini.

Okunası bir macera, keyifli bir roman. Yer yer gereksiz bulduğum ayrıntılar da oldu tabi ama akışı çok da engellemiş sayılmaz. Umarım siz de severek okursunuz, henüz okumadıysanız.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz alınmıştır.Teşekkürler...

Arşiv

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *