18 Ağustos 2015 Salı

Engereğin Gözündeki Kamaşma / Tarihi-Psikolojik Roman

Engereğin Gözündeki Kamaşma / Zülfü Livaneli

Müziğiyle tanıyıp sevdiğim bu sanat adamını, roman yazmaya başladığından beri de farklı bir hayranlıkla takip ediyorum. Okuduğum romanlarını çok sevdim,kendi  hayat hikayesini de tabi. Ama en çok Engereğin Gözü’dür beni etkileyen.


Tarihi romanları sevdiğimden mi bilmiyorum ama, Zülfü Livaneli’nin  en güzel romanı bence Engereğin Gözündeki Kamaşma. Olaylar 17. yüzyılda ve Osmanlı sarayında geçiyor. Osmanlı tarihi her zaman ilgimi çekmiştir, tarih kitaplarından aldığım okuma hazzı bu dönemi anlatan romanlarla katmerleniyor. Zira kurgu, yaşanmışı cazip hale getiren bir şey. Edebiyat yoluyla tarih öğrenilmez ama inanın, edebiyatla tarihi sevmek daha kolay.

Engereğin Gözündeki Kamaşma’da bir hadımın hikayesiyle, bir Osmanlı sultanının hikayesi iç içe geçmiş. Roman, ele alınan tarihe bakıldığında I. İbrahim dönemi gibi görünüyor, tabi bunu yazar doğrudan söylememiş bize. Sonuçta bu bir roman, kurgusal zekanın ürünü yani, o yüzden padişahın kim olduğuna çok da takılmadım okurken. Romanı bitirdikten sonraysa, bir kez de Deli İbrahim’i araştırıp benzerlikleri buldum romandaki iktidarı elinden alınmış padişahla.

Bir haremağasının el yazmasındaki anılardan öğreniyoruz olayları. Köle tacirlerinin eline düşüşü, hadım edilişi, köle pazarında satışa çıkarılması ve saraya satılmasının ardından başlayan macera… Valide Sultan tarafından hareme hapsedilen, tahttan mahrum bırakılan bir padişah ve onun yerine tahta çıkarılan yedi yaşındaki sultan… Bilindik bir hikaye, her zamanki iktidar aşkı, gücü kaybetmemek için gözden çıkarılan evlatlar, birbirini öldüren kardeşler, perde arkasındaki eller… Her şey iktidar uğruna.

Bir idam mahkûmu olarak yıllarca ölümü bekleyen şehzâde, birdenbire mutlak iktidarın sahibi olur. Bu padişahın Deli İbrahim olduğunu var sayıyoruz romanı okurken. Çünkü anlatılanlar onun talihsiz sonunu çağrıştırıyor. 12 yaşında hadım edilmiş olarak saraya satılan baş kahramanımız siyahi haremağası ise,  tam bir iktidarsızlık simgesidir. Ancak gün gelecek padişah mutlak iktidarsızlığın temsilcisi olup hareme kilitlenecek, harem ağası ise padişah üzerindeki iktidarın temsilcisi olacaktır.

“Bu romandaki temel eksen, iktidarın çevresinde ışık görmüş pervaneler gibi dönen insanlar ve iktidara gelince bir anda değişiveren diğer insanlar.” diyor yazar bir röportajında. İktidar hırsının insanoğlunda yarattığı yıkımları bir kez daha anlıyoruz bu romanla. Bu öyle bir hırs ki, nelerden koparıyor, ne kayıplara yol açıyor ve her an ölüm kokan saraylarda bir yandan da ne ihtişamlar yaşanıyor…

Roman tür olarak hem psikolojik hem de tarihsel. Çünkü Osmanlı gerçeği karşımıza çıkıyor, böylelikle  tarihi roman tadında okunuyor. Ayrıca ruh tahlillleri, iç çatışmalar, analizler de yoğun, bu da ona bir  psikolojik roman tadı katıyor. İnsan ruhunu, gelgitlerini, hırslarını, doyumsuzluğunu, vicdan kavramını çok güzel işleyen bir eser, bunu Osmanlı zemininde yapması ayrı bir keyifti benim için.

Üslubu ve dili mükemmel, bence bir romanı okutan önce dil ve anlatım sonra konudur. Bu yüzden seviyorum Livaneli’yi. Rahat okunan bir yazar, sıkmadan, yormadan okutuyor kendini. Ayrıntı çok ama boğulmuyorsunuz içinde. 

90’lı yıllarda okuduğum en ilginç kitaptı benim için, şimdi tekrar okumak hevesindeyim ama kütüphanemdeki yeri boş ne yazık ki, pek çok kitabım gibi bunu da biri almış ve iade etmemiş belli ki. Oysa benim raflarımda hazine değerindedir pek çoğu, kaybolduklarında üzülüyorum, en kısa zamanda tekrar satın alıp ait olduğu yere koymalıyım.

Keyifli okumalar diliyorum herkese!..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz alınmıştır.Teşekkürler...

Arşiv

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *