Engereğin Gözündeki Kamaşma / Zülfü Livaneli
Müziğiyle tanıyıp sevdiğim bu sanat adamını, roman yazmaya
başladığından beri de farklı bir hayranlıkla takip ediyorum. Okuduğum
romanlarını çok sevdim,kendi hayat
hikayesini de tabi. Ama en çok Engereğin Gözü’dür beni etkileyen.
Tarihi romanları sevdiğimden mi bilmiyorum ama, Zülfü
Livaneli’nin en güzel romanı bence
Engereğin Gözündeki Kamaşma. Olaylar 17. yüzyılda ve Osmanlı sarayında geçiyor.
Osmanlı tarihi her zaman ilgimi çekmiştir, tarih kitaplarından aldığım okuma hazzı
bu dönemi anlatan romanlarla katmerleniyor. Zira kurgu, yaşanmışı cazip hale
getiren bir şey. Edebiyat yoluyla tarih öğrenilmez ama inanın, edebiyatla
tarihi sevmek daha kolay.
Engereğin Gözündeki Kamaşma’da bir hadımın hikayesiyle, bir
Osmanlı sultanının hikayesi iç içe geçmiş. Roman, ele alınan tarihe
bakıldığında I. İbrahim dönemi gibi görünüyor, tabi bunu yazar doğrudan
söylememiş bize. Sonuçta bu bir roman, kurgusal zekanın ürünü yani, o yüzden
padişahın kim olduğuna çok da takılmadım okurken. Romanı bitirdikten sonraysa,
bir kez de Deli İbrahim’i araştırıp benzerlikleri buldum romandaki iktidarı
elinden alınmış padişahla.
Bir haremağasının el yazmasındaki anılardan öğreniyoruz
olayları. Köle tacirlerinin eline düşüşü, hadım edilişi, köle pazarında satışa
çıkarılması ve saraya satılmasının ardından başlayan macera… Valide Sultan
tarafından hareme hapsedilen, tahttan mahrum bırakılan bir padişah ve onun
yerine tahta çıkarılan yedi yaşındaki sultan… Bilindik bir hikaye, her zamanki
iktidar aşkı, gücü kaybetmemek için gözden çıkarılan evlatlar, birbirini
öldüren kardeşler, perde arkasındaki eller… Her şey iktidar uğruna.
Bir idam mahkûmu olarak yıllarca ölümü bekleyen şehzâde,
birdenbire mutlak iktidarın sahibi olur. Bu padişahın Deli İbrahim olduğunu var
sayıyoruz romanı okurken. Çünkü anlatılanlar onun talihsiz sonunu
çağrıştırıyor. 12 yaşında hadım edilmiş olarak saraya satılan baş kahramanımız
siyahi haremağası ise, tam bir
iktidarsızlık simgesidir. Ancak gün gelecek padişah mutlak iktidarsızlığın
temsilcisi olup hareme kilitlenecek, harem ağası ise padişah üzerindeki iktidarın
temsilcisi olacaktır.
“Bu romandaki temel eksen, iktidarın çevresinde ışık görmüş
pervaneler gibi dönen insanlar ve iktidara gelince bir anda değişiveren diğer
insanlar.” diyor yazar bir röportajında. İktidar hırsının insanoğlunda
yarattığı yıkımları bir kez daha anlıyoruz bu romanla. Bu öyle bir hırs ki,
nelerden koparıyor, ne kayıplara yol açıyor ve her an ölüm kokan saraylarda bir
yandan da ne ihtişamlar yaşanıyor…
Roman tür olarak hem psikolojik hem de tarihsel. Çünkü Osmanlı
gerçeği karşımıza çıkıyor, böylelikle tarihi roman tadında okunuyor. Ayrıca ruh
tahlillleri, iç çatışmalar, analizler de yoğun, bu da ona bir psikolojik roman tadı katıyor. İnsan ruhunu,
gelgitlerini, hırslarını, doyumsuzluğunu, vicdan kavramını çok güzel işleyen
bir eser, bunu Osmanlı zemininde yapması ayrı bir keyifti benim için.
Üslubu ve dili mükemmel, bence bir romanı okutan önce dil ve
anlatım sonra konudur. Bu yüzden seviyorum Livaneli’yi. Rahat okunan bir yazar,
sıkmadan, yormadan okutuyor kendini. Ayrıntı çok ama boğulmuyorsunuz
içinde.
90’lı yıllarda okuduğum en ilginç kitaptı benim için, şimdi
tekrar okumak hevesindeyim ama kütüphanemdeki yeri boş ne yazık ki, pek çok
kitabım gibi bunu da biri almış ve iade etmemiş belli ki. Oysa benim raflarımda
hazine değerindedir pek çoğu, kaybolduklarında üzülüyorum, en kısa zamanda
tekrar satın alıp ait olduğu yere koymalıyım.
Keyifli okumalar diliyorum herkese!..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz alınmıştır.Teşekkürler...