26 Haziran 2015 Cuma

Açlık / Knut Hamsun / Roman




           “Her şey susmuştu, her şey. Sadece yukarıdaki sonsuz şarkı, havanın hiçbir zaman susmak bilmeyen, uzak, ezgisiz uğultusu mırıldanıp durmaktaydı.”

           Açlık, Knut Hamsun'un yayımlanan ilk kitabıdır ve anı anına yaşamını biraz da abartarak anlattığı öz yaşam öyküsel romanıdır. Bir ilk yapıttır o ama bir klasik olmayı da başarmış niteliktedir. Bir yandan açlık çeken bir yandan da var gücüyle yazan, yazdıklarını yayımlatmak için olağanüstü çaba gösteren genç bir yazarın öyküsüdür bu.


           Norveçli yazar Hamsun, tıpkı romandaki karakter gibi, yazarlığının ilk  yıllarında pek çok yayıncıyla görüşmeye çalışmış, konferanslar vermiş, parası olduğunda pansiyonlarda kalmış, olmadığındaysa banklarda sabahlamıştır. Tıpkı romandaki kahraman gibi o da Kristiania’ya giderek mücadelesine orada devam etmiştir. Kahramanı da, karşılaştığı zorluklardan  yılmamış, hedefinden şaşmamış, açlıktan ölecek hale geldiğinde bile ahlak dışı yollara başvurmamıştır. Olay 1800’lü yıllarda geçer, kahramanın  parasız, aç,evsiz, sefalet içindeki yaşamı aylarca sürer. Bir türlü para kazanamaz ve takatsiz kalır, yine de çabalamaya devam eder. Taki pes edip orayı terk edene kadar...

          Romanda kahramanın adı geçmez, kendine Andreas Tangen ismini uydurur. Ahlaklı, gururlu, gözlüklü, kısa ve sıska bu karakterin tek ideali yazar olmaktır. Hayal gücü çok geniştir ve zaman zaman açlığın da etkisiyle hayalle gerçek birbirine girer. Kimseden yardım almayı da kabul etmeyecek kadar guruludur. Parasızlık ve açlık bazen öyle boyutlara gelir ki Tanrı’ya isyan eder.

       Kirasını ödeyemeyince oturduğu harabe evden de atılır ve bir süre sokaklarda yatar, banklarda uyur. Kahramanımız bazen yazdığı makalelerinden para kazanır fakat bu para o kadar azdır ki, çok kısa bir süre idare eder. Parası bittikten sonra da yeniden aç dolaşmaya başlar. Öyle uzun süreler aç kalmaktadır ki yemek bulduğu zaman bile yiyemez hale gelir; zira midesi artık yemekleri kabul etmeyecek kadar büzülmüştür. Yediği şeyleri kusar. 

          "Tadı hiç bir şeyin tadına benzemiyordu, bayatlamış kanın bulantı veren kokusu içime doluverdi, hemen kusmak zorunda kaldım. Bir daha denedim .İçim kaldırabilse, elbette yararlı bir etkisini görecektim. Önemli olan midemi yatıştırmaktı. Gene kustum. Öfkelendim, hınçla eti ısırdım. Bir parçasını koparıp kendimi zorlaya zorlaya yuttum. Bir işe yaramadı. Küçük et parçaları midemde ısınır ısınmaz hemen geri geliyorlardı."

           Kahramanımızın bir kasaptan “köpeğime kemik istiyorum” diyerek istediği kemiği bir köşeye çekilip yemeye çalıştığı bölümse tam anlamıyla iç parçalayan türden doğrusu.

         “Ah,köpeğim için bir kemik vermek iyiliğinde bulunur musunuz?” dedim.Yalnızca bir kemik. Üzerinde hiç bir şey bulunmasa da olur. Köpeğin ağzına bir şey koyayım da nasıl olursa olsun.”

           Yazar bu bölümde aç bir insanın neler yapabileceğini ve bir insanın açlık karşısındaki çaresizliğini çok doğal ve içten bir dille anlatıyor. Bazı zamanlarda öyle zor durumlara düşer ki, ceketinin düğmelerini rehin vermek ister ama tabi o da para etmez. Bazen de ilkelerinden vazgeçip sahtekarlık yapmaya kalkar ama beceremez. Bazen parasızlığını unutup lokantada yemek yemeye kalkar ama çabuk ayılır. O artık açlıktan zihni bulanık bir insan haline gelmiştir.
          
           “Möller caddesinde bir lokantanın önünde durdum, içerde kızartılan taze et kokusunu içime çektim. Elimi kapı tokmağına götürmüş, işim olmadığı halde rastgele içeri giriyordum ki, tam vaktinde aklım başıma geldi, uzaklaştım.”

           “Pazarın köşesindeki çeşmeye saptım, biraz su içtim, yine yürüdüm, adım adım sürüklüyordum vücudumu. Her vitrinin önünde uzun bir mola veriyor, duruyor, geçen her arabayı gözlerimle izliyordum. Beynimde ışıklı bir sıcaklık duyuyordum, şakaklarım bir tuhaf zonkluyordu. İçtiğim su, hiç de iyi gelmemişti, sokakta arada bir kustum. Böylece ta yukarıya, Hazreti İsa mezarlığına vardım. Dirseklerim dizlerimde, başım avuçlarımda, oturdum; bu büzülmüş durumda rahat ettim, bağrımdaki hafif kazıntıyı artık hissetmez oldum.”

          Birinci kişi ağzından yapılan anlatımda yazar açlığı çok etkili canlandırıyor gözümüzde. O kadar ki, okurken kendinizi aç hissediyorsunuz ya da tokken suçlu… 

          “İnsanın birazcık ekmeği olsa! Sokaklarda ısıra ısıra gidebileceği, bir küçük nefis çavdar ekmeği! Hem yürüyor, hem de bu en iyisinden çavdar ekmeğini hayal ediyordum; şimdi yemesi ne hoş olurdu! Açlık iflahımı kesiyordu; ölmeyi, yok olmayı özledim, duygulandım, ağladım. Sefaletim bitip tükenmek bilmiyordu! Ansızın sokağın ortasında durdum, vurdum ayağımı yere, bastım küfürü.”

           O kadar çok direnir ki, artık hayalle gerçek karışmıştır birbirine. Sefalete daha fazla dayanamaz ve  ne iş olursa yapacağını söyleyerek bir gemiye biner, Kristiani’dan ayrılır. Artık hayallerinden vazgeçmiştir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz alınmıştır.Teşekkürler...

Arşiv

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *