31 Ocak 2016 Pazar

Durak

   
Bir gün daha soldu
Kahır bahçesinde
...


Son durakta inecekti adam, biliyordu, yakındı menzile. 80'lerini yaşıyordu ama yine de... Nefes aldığı sürece devam ediyordu işte, her biten gün bir gülü daha soldurmaya. Ömür diye bahşedilen ceza ne zaman bitecek bilen var mıydı ki, yaşıyordu işte!..

Zordu yürümek, yıllara inat dimdik duran bedenine rağmen, ruhun yükünü taşımak çok zordu. Bilinmeyen kervana katılıp yola düşene dek sürükleyecekti bu yüreği, bilinmeyen diyarın geç kalmış yolcusuydu artık.

Görüntüde dipdiri, capcanlıydı ya, yüreği otuzuna varmadan yaşlanmıştı aslında. Ama yine de kalktı ayağa. Giyindi tertemiz, tıraş oldu, sağlıklıydı ilk bakışta. Oysa çoktan ruhunu teslim etmişti ya, yine de yaşıyordu işte! Ona nefes aldıran kitaplardı, yazma hevesiydi, her şeyi anlatma, bitmeyen bir açlıkla okuma, hiç durmadan yazma...

Bir kahve istedi Pembenur'dan, kahvaltı niyetine de iki dilim kızarmış ekmek. Geçti masanın başına, gençlere inat bir aceleyle. Çağ dışı kalmıştı biraz da, kalem ve kağıtla dostluğunu bitirememişti hala. Açtı kara kaplıyı, başladı yazmaya.

Bitirmeliydi, bu kitabı gitmeden bitirmeliydi. Son adımı atmadan yazmalıydı her şeyi. Yazdıkça hafiflemese de kambur, biraz rahatlıyor gibiydi, onun için yazmalı, gitmeden bitirmeliydi. İnmeden dostun kucağına, kapanmadan perdeler, yazmalıydı...

En başından, eldiven hikayesinden harlanan son aleve kadar...

_ Bulamıyorum, nerede bu, eldivenin teki yok, yok işte!

Elza, duymuyor musun, Elzaa? Sana söylüyorum, geç kalacağım, eldivenin tekini bulamıyorum.

Ölüm uykusuna mı yattın Elza, haydi, bakıver, yayın evine geç kalacağım!

Öfkeyle, telaşla odaya daldı adam, beyninde bir uğultu vardı. Gerçekten de yatıyordu karısı, oysa bu kadar gürültüye uyanmış olmalıydı.

_ Uyan Elza, hadi geç kalıyorum, uyan tatlım!

Uyuyor muydu gerçekten? Ölü gibi yatıyor Elza, ölüm uykusu gibi ağır, kıpırdamadan... Sol kolunda on günlük Yosun bebek. 

_ Böyle yatılır mı, nefessiz kalacak Yosun, uyan Elza!

Yatıyor kadın, ecelsiz, ölüm uykularında, ne Yosun ne de bağırıp çağıran kocası... Sessiz bir alemde şimdi, umarsız, yatıyor sadece. Uyuyor Elza, nefessiz uykularda.

Beyninde savaş vardı artık, duyup da anlayamadığı sesler... Yayın evini falan unutmuş boş bakıyor, bomboş... Nerede olduğunu düşündü bir an, böyle vakitsiz, sebepsiz, neler oluyordu, uğultular var beyninde, sadece uğultuları duyuyordu ama anlayamıyordu. Sesler, gürültülü ve iğrenç sesler...

Soldan bir yel esti, ölüm hafifliğinde, gidiyordu Elza, son kez baktı eşine. Sonra Yosun'a bir buse, ana dudağından bir buse...  Ve çıkıp gitti, adam ne olduğunu anlayamadan.

Ağlamaya başladı Yosun, titrek bir ağlama tutturdu. Ağlattı babasını da. Gitmişti Elza, bir fısıltı gibi, hırsız gibi, çıkıp gitmişti sessizce. Kucağında Yosun, şaşkın, kalakaldı adam. Yosun bağıra bağıra ağlıyordu şimdi, bebek işte, belki korkudan, belki açlıktan.

Kucağına baktı yine şaşkın, bir de karısının yattığı yere. Nefessiz yatıyor kadın, belli ki gitmiş bilinmeze. Bomboştu adamın içi, sonra şeytan kaçtı içine. Beyni bulandı, sisler sardı yüreğini, uğultu artıyordu git gide.

Çıktı ölüm odasından, camı açtı, soluksuz bir nefes aldı, kara bulut kaçtı ciğerlerine, kapkara... Şeytan fısıldadı beynine. Salona gitmek istedi, sessiz, uzun bir yürüyüşle ulaştı ancak, hiç bitmeyen, sonsuz uzunlukta ve beyninde uğultularla.

_ Şömineyi yakmalıyım, yakmalıyım...

Oysa hiç üşümüyordu, temmuz sıcağı. Şömineyi yakmayı geçirdi yine beyninden, Yosun'u bıraktı kanepeye, artık ağlamıyordu, belki de uyumuştu. Yosun gözlü bebek, susmuştu. Babasının yosun gözlü sevdası, yaşam ağacı, susmuş bekliyordu.

Şömine tutuştu, bir ferahlık doldu adamın içine, alevler öyle güzeldi ki... Yeniden başladı ağlamaya Yosun bebek, can havliyle bağırıyordu adeta, çığlık çığlığa...
Adam tekrar aldı kucağına, sesler, beyninde bağırıp duran deliler. Binlercesi, hep bir ağızdan bağırıyorlar: Yak, yak, yak...

Yaktı, kendini değil ama yaşam ağacını... Artık ne Elza ne Yosun ne de yaşayan umutlar, hayaller... Aleve düştüğü anda sustu Yosun, cayır cayır sustu, sustu da yandı, yandı Yosun, doğduğu yaşta kaldı.

Sonrası malum ama onları da yazacaktı, yirmi üç yıl süren tımarhane anılarını, hapları, şokları en çok da kabuslarını... Hepsini yazacaktı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz alınmıştır.Teşekkürler...

Arşiv

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *