Ekranda bir şiir vardı, okudu sessizce. Dışarıda sulu kar, aklında Nazım... Tahir'le Zühre kadar, Piraye'ye Mektuplar kadar, Mavi Gözlü Dev kadar derindi düşünceler. Şiire baktı yeniden, bir of çekti. Kızdı kendine, yazmamalıydım bunları, dedi, tümünü yakmalıyım... Kendinden utandı sonra, yanması gerekenin şiir olmadığını anlayarak... Yazmalıydı, hep yazacaktı, Nazım'ca olmasa da... Kendince yazacaktı, akana kadar damardaki tüm kanı, son sayfayı da kanıyla imzalayacaktı.
Ayağa kalktı ve mırıldandı yeniden: Hestia...
Ayağa kalktı ve mırıldandı yeniden: Hestia...
Mavi, eli kalem tuttuğundan beri şiir yazar, şiir okurdu ama bu başka bir şeydi artık onun için. Bir trans hali adeta, bir kendinden geçiş, bir kayboluştu. Başka nesi vardı ki dertleşecek, sadece dizeleri ve Hestia...
Huzur dedi, biraz yüksek, neredeyse bağırırcasına. Huzur, yalansız, hilesiz, çıkarsız... Sadece huzur... Ve huzurun tanrıçası Hestia...